top of page

YAS SÜRECİ BİTER Mİ?

Yazarın fotoğrafı: Havva Nur KANHavva Nur KAN

“Vedalar sadece kelimelerden ibaret değildir; kimi zaman bir insanı, kimi zaman bir anıyı, kimi zaman da kendimizden bir parçayı uğurlamak zorunda kalırız.”


Kayıp ve yas, insan yaşamının kaçınılmaz parçalarıdır. Bir sevdiğimizi, bir ilişkimizi, bir hayalimizi ya da kendimizden bir parçayı geride bırakmak zorunda kaldığımızda içimizde büyük bir boşluk oluşur. Peki, yas süreci gerçekten tamamlanan bir şey midir? Yoksa onunla birlikte yaşamayı mı öğreniriz?


Bu soruya hem duygusal hem de psikanalitik açıdan yanıt ararken, Freud’un yas kavramına getirdiği bakış açısına da göz atabiliriz.




Freud ve Yas: Kayıpla Yüzleşmek


Sigmund Freud, “Yas ve Melankoli” (1917) adlı çalışmasında yas sürecini, bilinçdışı düzeyde benlik (ego) ile kaybedilen nesne (sevilen kişi ya da değer verilen şey) arasındaki bir mücadele olarak tanımlar. Ona göre yas, kaybedilen kişinin ya da şeyin benlikten sökülüp atılması sürecidir.


Ancak Freud burada iki temel kavramı birbirinden ayırır:

Yas: Kişinin kaybı zamanla kabullenmesi ve sevdiği kişiyi veya şeyi içselleştirerek hayatına devam etmesi sürecidir.

Melankoli: Kaybın içselleştirilememesi, kişinin benliğini kaybedilen nesneyle özdeşleştirmesi ve bu durumun derin bir depresyona dönüşmesidir.


Freud’a göre sağlıklı bir yas sürecinde kişi, zamanla kayıpla barışır ve yeni ilişkiler kurmaya açık hale gelir. Ancak yas patolojik hale geldiğinde (melankoli), kişi kayıptan vazgeçemez, kendisini suçlar ve adeta kendini kaybedilen nesneyle bir tutarak duygusal bir çıkmaza girer.


Bu açıdan bakıldığında, yas sürecinin bitmesi tam anlamıyla mümkün olmayabilir. Çünkü kaybettiğimiz her şey bizde bir iz bırakır ve bazen bilinçdışında yaşamaya devam eder. Ancak yasın sağlıklı bir şekilde işlenmesi, kaybın acısını dönüştürerek hayatla yeniden bağ kurmamızı sağlar.


Vedalar, Ayrılıklar ve Yasın Sürekliliği


💭 “Her şey geçer" derler. Aslında bazı şeyler geçmez, biz onlarla yaşamayı öğreniriz. – Orhan Pamuk
💭 Her şey geçer" derler. Aslında bazı şeyler geçmez, biz onlarla yaşamayı öğreniriz. – Orhan Pamuk

Bir insanı, bir ilişkiyi ya da bir dönemi geride bırakmak, aslında sadece dış dünyada yaşanan bir ayrılık değildir. Psikanalitik bakış açısına göre, her veda bir içsel çatışmayı da beraberinde getirir.


Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde, onunla kurduğumuz bağın duygusal enerjisi (libido) ortada kalır. Freud’a göre yas süreci, bu enerjinin kaybedilen kişiden geri çekilerek başka nesnelere yönlendirilmesiyle tamamlanır.


Ancak bazı vedalar o kadar derin olur ki, içimizde yaşamaya devam eder. Sevdiğimiz birinin sesini duymak, kokusunu hatırlamak, ona dair anıları zihnimizde tekrar tekrar canlandırmak, aslında bilinçdışımızın kaybı işlemeye devam ettiğini gösterir. Bu yüzden bazı ayrılıklar yıllar geçse de iz bırakır, bazı acılar zamansızdır.

Yasla Yaşamayı Öğrenmek


Yas süreci “biten” bir şey değil, içimizde dönüşen bir süreçtir. Acının ilk günkü gibi kalması mümkün değildir, ancak tamamen yok olması da beklenmez.


Bu noktada psikanalist Donald Winnicott’un “geçiş nesnesi” kavramı önem kazanır. Tıpkı bir çocuğun annesinden ayrılmayı yumuşatmak için bir battaniye ya da oyuncak kullanması gibi, yetişkinler de kayıplarıyla başa çıkabilmek için anılar, ritüeller veya semboller geliştirir.


Bazı insanlar kaybettikleri sevdiklerinin eşyalarını saklar, bazıları onların anısına belirli günlerde ritüeller gerçekleştirir, bazıları ise hatıralarını sanat, yazı ya da müzik yoluyla ölümsüzleştirir. Bu süreç, yasın sağlıklı bir şekilde dönüştürülmesine ve kayıpla yaşamayı öğrenmeye yardımcı olur.

43 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page