top of page
Yazarın fotoğrafıHavva Nur KAN

TOPLUMSAL AŞAĞILIK DUYGUSU



Toplumsal aşağılık duygusu kavramı, bireysel düzeyde aşağılık kompleksi ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Avusturyalı psikiyatrist Alfred Adler tarafından geliştirilmiştir. Adler, bireylerin yaşadığı aşağılık duygularının, toplumsal bir boyutta da kendini gösterebileceğini ve bazı toplulukların veya grupların diğerlerine kıyasla kendilerini daha değersiz hissetmelerine yol açabileceğini öne sürmüştür.


Adler, aşağılık duygusunu, bireylerin kendilerini yetersiz veya eksik hissetmelerinden kaynaklanan bir durum olarak tanımlar. Bu duygu, bireylerin başkalarıyla kıyaslamalar yaparak kendilerini daha düşük statüde görmeleriyle ortaya çıkar. Adler'in teorisine göre, bu duygular bireylerin davranışlarını ve sosyal ilişkilerini derinden etkileyebilir.


Toplumsal düzeyde aşağılık duygusu, belirli bir topluluk veya grubun, tarihsel, kültürel, ekonomik veya siyasi faktörler nedeniyle kendini başka topluluklara kıyasla daha değersiz hissetmesi şeklinde tezahür eder. Bu duygu, bir topluluğun sosyal statüsünü ve toplumsal ilişkilerini etkileyebilir.


Toplumsal aşağılık duygusunun toplumsal bir hezeyana dönüşmesi için gerekli olan;

Birinci koşul kişilerin yaşam sevincinin genel olarak azalmasıdır. Bu durum kendini kişi ve işi arasında bir yabancılaşma olarak gösterir.

İkinci olarak insanların çoğunun toplumsal düzlemde takdir görme ve onaylanma olasılıklarının çok azalmasıdır. Kendilerini gereksiz, işe yaramaz hissetmeye başlarlar. Bunun sonunda da toplumsal aşağılık duygusu gelişir.

Üçüncü olarak, insanların içinde tatminkar olmayan gündelik hayattan kurtulma özlemi uyanmıştır. Diktatör adayı despot tam da bu ihtiyaca seslenir ve bireylere güç ve temelden yenilenmiş bir hayat vadeder.

Dördüncü olarak despot, genel toplumsal süreçlerin insanlar için anlaşılmaz olması üzerine oynar ve dünyayı kitleler için anlaşılır hale getirecek basit açıklamalar sunar.






Despot kitlelerin duygularına seslenir, günlük hayatta artmış olan aşağılık duygularına. Bireye ilk olarak basitleştirilmiş bir dünya görüşü sunar. İkinci olarak gündelik hayatta üretilmiş olup artık geçerli düşünüş biçimi haline gelmiş olan ve gittikçe büyüyen bir nefretin oluşmasını sağlar ve bunun sonucu olan hıncın yaşanmasına izin verir. Son olarak da, insanların despotla -kendisiyle- özdeşleşerek olumlu bir kendilik duygusu geliştirmelerini sağlar.





Birinci Dünya Savaşı sonrasında Alman halkı tam da bu durumdaydı. Savaştan yenik çıkmış olmanın utancı ve ezilmişliği, ekonomik darboğaz nedeniyle yaşanan güven ve emniyet duygusunun yokluğu, kendini değersiz hissetmeleri o kadar dayanılmaz ve karanlık toplumsal bir ruh hali yaratıyordu ki, Hitler'in çıkıp onlara aslında yüce ve ari bir ırk olduklarını söylemesi, içinde bulundukları durumdan başkalarının (Yahudiler) sorumlu olduğunu anlatması kendilerini tekrar iyi hissetmelerini sağladı. Gerisini zaten biliyorsunuz.

25 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page